Skip to content

İletişim Sektörü ve Posthuman Bakış – I

I – İnsan’ın Yerini Sorgulamak: Posthuman Nedir?

İnsanın basiretinin daimi olduğuna inanmak, güneşin hiç batmayacağına inanmak gibi.

Milyonlarca yıllık evrimine rağmen, insanlık olarak bugün geldiğimiz nokta gerçekten hayret verici: Savaşlar, gezegenimizin hali, insanın farklı cins, köken, renk veya dine ait olması sebebiyle yine başka bir insana yaptığı zülum..

Ortalama bir kesit aldığımızda, bizzat yaratılmışların en kutsalı tarafından ortaya çıkartılmış bu problemler, sadece belgeleyebildiğimiz kadarıyla bile vakıf olduğumuz tarihin tüm ibret verici azametine rağmen bir canlı türü olarak basiretimizin sorgulanmaya muhtaç olduğunu gösteriyor. Post-humanizm de buna namzet bir düşünce ekolü. Oysa hem türdeş olmaktan gelen bir refleksle, hem de insanın yaratılmışların en üstünü olduğuna inancımızın sağlamlığıyla, bu durumu sorgulamak dahi pek çok kişiye ve kuruma göre sapkınlık.

Diğer canlılar ve ekosistemle ilişkimize objektif olarak baktığımızda, elbette bireysel istisnalar olmakla beraber genel olarak insan, insan olmayana yukarıdan bakan bir konumda. Hayvanları kendimiz için yaratılmış canlılar olarak görüyoruz. Modern insanın doğa ile kurduğu ve artık gittikçe cılızlaşan ilişkisi, tüketmek ve yok etmek arasında salınıyor. İnsan’ın diğer insanlarla ilişkisi de pek parlak değil. İnanmıyorsanız çevrenizdeki herhangi bir kadına veya kendini kadın / erkek olarak tanımlamayan birine, beyaz renklilerin arasında yaşayan siyah renkteki birine, Ortadoğu’da doğup gezegenin öbür yakasına göçmüş herhangi birine sorun, cevaplarının içinde öyle insan türünü yüceltecek şeyler olmama ihtimali yüksek.

Posthumanizm pek çok farklı açıdan insana yaklaşırken bunları da kendisine soru ve sorun ediniyor: Ya insan, bu kadar önemli bir yerde değilse Dünyamız ve kainat içinde? Diğer canlılarla kurduğu ilişki, kendini bu kadar önemsemesi sebebiyle sorunluysa ve yine dönüp dolaşıp insan türüne de zarar veriyorsa?

Posthumanizm’i açıklamak bu yazının konusu değil, ama fena halde kısa ve kötü bir özet yapmak gerekirse; Sadece insanlar için değil, çok geniş bir yelpazede kucaklayıcı, kapsayıcı, temel haklar, eşitlik ve özgürlüklere dayalı bir dünya anlayışı için hiyerarşi ve katmanların olmadığı, insanın en tepede bulunmadığı, hayvanları, bitkileri veya tanımlanan normun dışında kalan diğer insanları tahakküm altına almadığı, hatta mikro-varlıkların ve de makinelerin bile eşit muktedirlikte görüldüğü bir ontolojik tahayyülden bahsediyoruz. İnsanın diğer İnsan, hayvan, bitki ve mikroorganizmalar gibi pek çok ekosistem paydaşına kıyasla öyle çok da matah bir avantajla yaşamadığını bize sanırım en iyi pandemi dönemi öğretti: Olimposun tepesinden alaşağı edilmemiz an meselesi! Zekamız -bizim ölçme kriterlerimizle- tartışılmaz yukarıda ama dokunulmaz değiliz, hatta çok ama çok kırılganız, yarattığımız tüm mühendislik harikalarına rağmen.. Bu açıdan bakınca, insana düşman olmak da değil mesele, ama insana şunu hatırlatmak mümkün ve gerekli olabilir: Sen kendini yukarıda gördükçe, bu sistem sana yerini hatırlatacak..

Sadece diğer canlılarla değil, teknolojiyle de ilişkisi açısından önemli kavramsal tanımları var posthuman düşünürlerin. Zira insanın tanımı yapmak da kolay değil. Mesela kendisini bir posthumanist olarak tanımlamasa da bu alandaki en kritik eserlerden birini yazmış olan Donna Harraway “Bizler bir siborguz diyor”. Siborg (İngilizcede: “cybernetic organism”) biyolojik ve yapay (örneğin elektronik, mekanik veya robot) kısımları olan varlıklara verilen isim. Bunu söylerken farklı, özel veya seçilmiş olduğunu da iddia etmiyor. Haraway’e göre, modern hayatın gerçekleri, insanlarla teknoloji arasında o kadar yakın bir ilişki içeriyor ki, artık insanın nerede bittiğini ve makinelerin nerede başladığını söylemek mümkün değil. Gerçekten de insan- teknoloji ilişkisi kalın çizgilerle çizilebilen bir ilişki değil artık: Kalp pillerinden protez bacağa, Elon Musk’ın Neurolink’inin beynimize yerleştirmeyi planladğı sensörlerden bir kod parçacığı yani alogirtma ile girdiğimiz ilişikiye kadar insan artık bir “cyborg” gibi yaşıyor. Fiziksel aparatlar bir yana, dünyayı anlama biçimimizi algoritmalar şekillendiriyor: Internette okuduğunuz haberlerle oluşan dünya görüşünüz, aslında sizin özgür iradenizle mi oluşuyor? Twitter akışınız sizin takip ettiğiniz kişilerden mi ibaret? İnsanın yarattığı algoritmik dünyada, hiçbir şey o kadar basit değil ve kararların bireysel gibi gözüktüğü anlarda dahi sistemsel bir algoritma etkisi altındayız.. Protez bacaklar ve kalp pilleri, beraber yaşadığımız teknolojiler içerisinde en masum olanları, çünkü ne yaptıklarını çok iyi biliyoruz, etkileri doğrudan ve açık. Özetle efendisi gibi gözüktüğümüz teknolojik alem içinde dahi öyle her şey kontrolümüz altında değil 🙂

Posthuman yaklaşımı yukarıdaki iki satırla özetlemek ne haddime ne de doğru değil. Meraklısı, posthuman yaklaşımı araştırabilir, bu konuda yazılmış kitaplara da bakabilir (https://www.goodreads.com/shelf/show/posthumanismhttps://www.goodreads.com/shelf/show/posthumanism), Türkçe’de de yazılan kıymetli yayınlar var (https://www.kitapyurdu.com/index.php?route=product/search&filter_name=posthumanizm)

Bu serinin bundan sonraki yazıları, meselenin pazarlama profesyonellerini ilgilendiren kısmıyla ilgili, okumak için tıklayın

This Post Has One Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back To Top
Search